31 Ocak 2014 Cuma

gargoyle



ışıkları yak...
cildin pürüzsüz...mermer...neredeyse korkunç...
ışık cildinden yansıyor...
cildin ışığı içine almıyor....
zamanı içine almıyor cildin...

avuç içlerini göz kapaklarına getirdin
geriye doğru saymaya başladın...
karanlıkta kendi adını sayıklayarak onu yitiren bir şeysin...
bir süre sonra kendi adını tekrarlamaktan ibaret hale geleceksin...
bir süre sonra adının gerisinde boşluktan başka bir şey olmayacak...
bir süre sonra cildin ışığı içine almayacak...
bir süre sonra cildin zamanı içine almayacak...
bir süre sonra...
bir süre...

yontarak, sürterek, kazıyarak
sürterek, yontarak, kazıyarak
kazıyarak...kendine şekil veren bir şey...
kendini kendinin hammaddesinden tüküren bir şey...
kanatları olan ama kendini gömmeyi uçmaya yeğleyen bir şey...

ışığın ona gösterecek bir şey yok
ne varsa karanlığın içinde...
karanlığın içinde kımıldanan milyonlarca başka karanlık...

"lav" diye bağırıyor, ışığın kaynağında ateş almış toprak var ve kaya...
magmayla ilgileniyor...
bir dağı oluşturmuş olanla....

ondan geriye
"BENİM YÜZDE ON'UM HAYALİ KAHRAMAN" diye fısıldayan bir oğlan kalacak
sevilecek ve sevecek...
her taş gibi yüksekten uzun ve dümmmdüzzz bir doğru boyunca yere düşecek...
magmanın içinde eriyecek gidecek...

eriyecek gidecek...







24 Ocak 2014 Cuma

bakha




...
daha önce uğursuz "şey"lerin geldiği yoldan geliyorlar...
aralık kalan bir yatak odasından sızan loş bir ışıktan...
bir çatlaktan gelir gibi.

ellerinde makasları, keserek
ellerinde iğneleri, dikerek
temizleyerek, oğalayarak, ezerek
pişmanlık duymadan
ne bir "ah" ne bir "of" çekmeden
geliyorlar...

bir düşünüşün içinden geçerek
bir hırçınlığın...
ani bir kalp kırıklığının...
insanı kötücül olmaya zorlayan olayların anılarının...
kendi yüzünde karşılaştığın hepsi tamamen sana ait vicdansızlıklarının üzerinden  geçerek...

bazı "şey"ler gibi uçuşarak geliyorlar...

bazı şey ler gibi titreşerek geliyorlar...

içinde şiddetle bastırdığın şeylerin üzerine basarak geliyorlar...

kibar ya da medeni ya da uysal bir şekilde olmayacak, olacak olanlar...
olacak olanlar, olacaklar...
var olmak için gerekli olduğu kadar titreşiyorlar, görünür oluyorlar, duyulur ve tadılır...
tükürebilir, tükürülebilir, unutabilir ve parçalayabilir hale geliyorlar...

çocukken o çok korktuğun kirli süs havuzunun dibi kadar karanlık olan korkularınla geliyorlar...

tek yapacağın barışmak...
gerisini onlar halledecekler...

geldikleri gibi gidecekler...
geride hiçbir şey bırakmadan geri dönecekler...

21 Ocak 2014 Salı

dönüş



bir şema arıyordun,
neyin nereden geldiğini ve nereye koyulması gerektiğini gösteren bir düzenek...
bir saat gibi tıkır tıkır

ileri ve geri alabileceğin
ileri...ve geri...
ve gerektiğinde tabi ki duraksatabildiğin...

"silebilemezdin" kelimesinin bir cümle içinde kullanılma olasılığı ne kadar düşükse
o kadar düşük bir ihtimal
bu şemayı bulabilmek...

üzerinde "bir şey"ler yazan koltukta oturmanın gücü
birşeyler adına karar verebilmenin gücü
birşeye dışarıdan bakabilmenin gücü...

mümkün mü
birşeye dışarıdan bakabilme...
mesela bir şema üzerinden...

istanbula döndüm...defterler çizim dolu...
bana bakıyorlar...








19 Ocak 2014 Pazar

exlovers -I-


 

bir zamanlar bir sağır adam sevmiştim...
şarkıları elleriyle dinlerdi...
duvarları takip eder, duvarlara yakın durur ve hep gülümserdi...
hayatımın en yakışıklı sessizliğiydi...

delikanlı çocuktu, burnunu kanatmadan eve dönmezdi...
içkilerin alkol oranlarını ezbere bilirdi de evin yolunu bilmezdi...
onun evi olmak için kollarına adresimi kazımak zorunda kalmıştım...
canını acıtmayan şeye ev demezdi...

avcılar tarafından öldürülen fokların son sözleriyle konuşurdu...
dilsizdi...
kimsesizdi...
bu nedenle güvenilirdi...

bana kelimelere güvenmemeyi o öğretmişti...
şarkıları - dedim ya - elleri ile dinler, gözleriyle söylerdi...
dünyayı dinlediği elleriyle bana dokunur,
her yerimi seslerle çizerdi...

bana en çok tanrıdan o bahsetmişti...
bana en çok tanrıdan o bahsetmişti...




17 Ocak 2014 Cuma

zülcenah



1.
toprağın üzerine yönler çiziyor...
neyi gösterdiğini bir tek kendilerinin bildiği işaretler...
takip edildiğinde seni işaretin tâ kendisinden başka birşeye götürmeyen...

ardından ağlayarak geziyor o günden beri..
ardından ağlayacak şeylerle dolu kütüphanelerde geziyor...
barındırdığı insanların kafalarını koparıp çiğneyen medeniyetlerin içinde geziyor...

2
bir şey mi mırıldanıyor...
kişniyor mu...
habis mi...
ayağı kırılsa kendi kendini vurur mu...
insanlık dışında duruyor...
orada mutlu...
ardından ağlıyor...
ardından ağlıyor...
asla geri gelmeyecek olanın 
ardından ağlıyor...

3.
kendi ağzını yiyiyor gözlerimin önünde...
ayaklarındaki nalları dişleri ile söküyor...
dizkapaklarını kıracak kadar yüksek bir şiddetle yerlere düşüyor
TAK x 4
dizlerini kırıyor...
TAK TAK x 4
sırçadan yapılmış gövdesini milim milim parçalıyor...
TAK TAK TAK TAK x 4
matematiği bile müziği bile bedeninde en değişilmez olanın bile yerini değiştiriyor.
kuyruğunu koparıp kulağına takıyor...
sayıları parçalıyor...
ritmi...
titreşmiyor artık...
artık saymıyor...
ne de şarkı söylüyor...
TAk...

4.
ona narlar sunuyorum,
nehirlerin içinde ayıklanmış tek tek narlar sunuyorum...
bizi insanlık dışına götürmesini umuyorum...
"yok daha fazla canavarlık" demesini...
"yok artık geçti hepsi"
ona buğday taneleri sunuyorum, sayıyla...
tekrar matematiğe geri gelmesini umuyorum
ona bademler sunuyorum, incirler...sayıyla...
göğüs kafesimi göğüs kafesine çarpıyorum şiddetle...müziğin geri gelmesi için...
dudaklarımı dudaklarına yapıştırıyorum...
üfleyebileceğim herşeyi üflüyorum, ciğerimin tâ kendisini üflüyorum...
geri gelmeyeceğini bilerek artık toprağın kendisine dönüşmüş olan işaretleri izliyorum
beni işaretlerden başka birşeye götürmeyen işaretleri izliyorum...

5.
siz hiç ağlayan bir atın gözlerinin içindeki karanlığa baktınız mı...
bakmayın...
canınızı bu kadar acıtmayın...

...
(sürekli tekrar eden rüyalarımda tek bildiğim bir odadayım, kocaman fransız pencerelerden artık bitmiş olan bir zamanın son kırıntılarına bakıyorum, ufuk çizgisi belirsiz bir denizin içinden hayallerimizden büyük bir balina geçtiği yerin ardında hiçlik bırakarak tüm evreni siliyor, artık ardından ağlayacak birşey kalmadığını söylüyor bana, yumuşak toynaklarıyla çıplak sırtıma sarılıyor, "bitti" diyor, "yok daha fazla canavarlık"...gözlerimizin önünde herşey bitiyor...balina bize doğru geliyor, sürekli tekrar eden rüyalarımda bir odadayım;onunlayım, bitmek üzereyim.bu bana huzur veriyor,bu bana onu veriyor, "neredeydin" diye soruyorum, "sevgilim"...artık ardından ağlayacak birşey kalmadı, bitti çünkü herşey....
herşey bitti çünkü kalmadı artık ardından ağlayacak birşey..."insanlık dışı bu" diyorum...gülümsüyoruz...)


6 Ocak 2014 Pazartesi

teşekkürnâme...

hayatı her an son soluğundaymış gibi karşılamak...
böyle bişiy...
böyle bir genişlikle...
karşılamak...
hayatı...
of ne büyük tamlama, ne büyük görev....
birileri yapmalı...

artık daha fazla büyü...
ben çıplağım artık...
şimdi sen ne yapacaksın  bu savunmasızlıkla...

bak dağlar geçiyor...sivas'ta o derece bozkırlar...
bişiylerin kurduğu medeniyetler....
ve hiç bişiy olmayı becerememiş bizler...
medeniyetler karşısında bizler...
tüm o ortaokul kitapları karşısında bizler...
bizler...
biz...o küçücükler...

bişiyler ve hiçççbişiyler...
bu da bir çatışma...
bir kimlik..
gösterilebilen bişiy...

belki hatırlanabilir olmayı sevilebilir olmaya tercih edenlerdendir bu medeniyetin sahipleri...
ama bir medeniyet gelir
bir diğer medeniyet...gider...
medeniyet...kendince bakî kalır ama insanlar değişir,
belki iklim değişir...
biz iklimi sevenlerdeniz...
biz hep ürkenlerdeniz...

biz, belki de hep değişenlerden ibaretiz...
ne güzel güneş...gene doğdu...sağolsun...