24 Eylül 2014 Çarşamba

gecenin uykuya en son yatan ayyaş' ının gördüğü düş...




henüz haritalanmamış, paftalanmamış, kıçı başı belirlenmemiş ve yazılmamış
şehirlerden geldiler....
bedenleri arasındaki sınırlar o kadar belirsizdi ki...
kimin eli kimin cebindeydi...
kim kimin içinde ve kim kimden ayrı ve gayrî idi...
...herşey'leri o kadar muğlak ve tenleri o derece şeffaf idi...ki...
ellerini tutmak...imkansızdı...
ellerini tutmayı arzulamamak...imkansızdı...

kayarak, havlayarak, domalarak, tükürerek, sarılarak, özür dileyerek, iç çekerek, sekerek, fondip yaparak, şerefe kaldırarak, saygı duruşunda bulunarak, kendilerinden geçerek, kendilerine gelerek, geldikleri kendilerinden nefret ederek, kıkırdayarak, birbirlerine pandik atarak, birbirlerini affederek, birbirlerini özleyerek, birbirlerini suçlayarak, birbirlerinin ayaklarına ve kalplerine basarak, hepimize bi' ders vererek, hepimizle dalga geçerek...ama en çok ellerimizi tutarak....ah en çok, bizleri severek...en çok bizdeki boşluğu severek...
boşluğa karışarak ve boşlukta ANİDEN!!! belirerek...
geldiler...

herşey'leri birbirinin içinde amorf, herşeyler'i birbirlerinde yitmiş idi...

ama 4 sayarak 8 sayarak
4 sayıp bir adım geri basarak
8 sayıp bir yana kayarak
5-6-7-8 daireler çizip

NOKTA!!!

aniden başladıkları noktada durarak...
sonra, elleri olanlar sağa.... elleri olmayıp şey'leri gözleri ile tutanlar, sola ayrılarak
...ama 5-6-7-8 daireler çizip...

NOKTA!!!

aniden başladıkları noktada durarak...
elleri olanlar, elleri ile severek öne...elleri olmayanlar, gözlerini yumup arkaya...

yani

bir koreografi ile...
bir müzik ile..
evet, bir müzik ile...
müzik ile geldiler...

dışarıdan bir arapsaçı gibi görünen
bir uyum ile geldiler,
mezarlıklardan geçen kızlar örgü saçlarını kestiler...
mezarlıklardaki taşlar iç çektiler...
mezarlıklarda geceler geçmek bilmediler...
geldikleri gibi geçtiler...
havada, kendilerinden önce gelen herşey'le dalga geçen
ve kendilerinden sonra gelen herşeyi lanetleyen
bazı sesler, kokular ve nazarlıklar bırakıverdiler...

çok eğlenceli' lerdi...
ne yaşamış ne de ölmüş olmamızın
bir anlamı olmaması'nın üzerinde tepine tepine dans ettiler...
bir mitolojiden çıkıp bir başkasına girdiler...
geride bazı pop şarkıları ve bazı kişisel hezeyanlar bırakıverdiler...
bazı yönler,
bazı dualar,
bazı diş ve kalp ağrıları,
bazı sevişmeler bıraktılar...

olmayan şehirlerin, olan şehirler üzerinde bıraktığı "yok - iz"lerin içine girdiler...
rü'a'larda uyandılar...
paftalanmamış mülksüzlüklerde ...

bir geyik, bir rakun...
hepsi...uyanıverdiler...

büyük yıl...bir karnaval gibi geride bıraktığımız ve ileriye bıraktığımız miras...
tören bitiyor...
artık
herşey
dinginleşiyor...
herşey,
dinlenme ihtiyacında...

karnaval, bitti...




16 Eylül 2014 Salı

el vermek

biliyorum...
ellerinden ellerime bir kahve rengi bulaşıyor,
kendi içinde bir ahlakı / bir hüznü olan bir eskime...
"merak etme" diyorsun...
omuzunun üzerinden geçen iki martı
...önce birbirine paralel...
...sonra aniden uzaklaşırlar birbirlerinden...
"merak etme...unutmak değil hatırlamak acı verir insana" diyorsun...
elindeki tüm renkleri,
birbirlerinden ve bizden uzaklaşan martılara atıyorsun...
elele tutuşuyoruz...
dünyanın en eski kahverengisini ve tüm alfabelerin ilk harfini
ellerinden elime veriyorsun...
uzaklaşan martıları izlerken
ellerim ellerinden öğreniyor...
el veriyorsun...

"unutmak" diyorsun "daha az acı verir hatırlamaktan..."
senden miras kimyasallarıma sarılıyorum bedenimin içinde...

bir geyiği, bir rakunu ve bir tavus kuşunu
kendi bedeninden aynı anda benim bedenimin içine doğuruyorsun...
tüm hayvanat...bir iklim...bir kaç martı...
hep beraber sana yakınlaşıyoruz...
kuyruklarımızı altımıza sıkıştırıp sakinleşiyoruz

hayır, ehlileşmiyoruz...
sadece sakinleşiyor,
mırlıyor ve kafalarımızı senin dizlerine bırakıyoruz...

kendi kendiğimizi doğurduğumuz bir döngü içinde
"büyük yıl geldi" diyorsun...
artık gitmekten korkmuyorum...
ellerin ellerimin içinde...

ı ıh
korkmuyorum...







10 Eylül 2014 Çarşamba

yok

ben zaten "yok" bir materyal'im..
şampanyanın köpüğü gibi...
bir kutlamanın sonu gibi...
nerede olduğu asla hatırlanmayan orta okul diploması...gibi..

Bak! 
şehirlere bi ' Bak !
bedenlere bi' Bak!
Bak!
Bak bi' eylemlere...sonra o eylemlerin sonuçlarına... 
Bi' 
Bak !

olmayan bi'şiy'in, olmayan başka bi'şiy üzerinde bıraktığı izlerden ibaret...
hepsi...
hepsi...
herşey...
"yok" izlerden ibaret...gibi...
hepimiz..."yok"iz lerden ibaretmişiz gibi...
başka "yok"iz ler üzerine usulca bırakılmışız gibi...

Ait olduğumuz bir yerden koparılıp
kendimizi çok çıplak hissettiğimiz bir yere tükürülmüşüz gibi...






5 Eylül 2014 Cuma

kaçakçıların peygamberi




…taşlar…onu duyacaktır.

Kâdim kentlerin kırılmış gururlarını takip ediyor…
Parça parça … büklümleri dağılmış …
Zorla kesilmiş bağ saçları ortalara saçılmış da ağlayan bir yeşil gözlü kız …
köşede …
Sırtı sana dönük…
En korkuncu, görmediğin yüzdeki kederi hayal etmek…
Köşeye sıkışmış bir şehrin yüzündeki kederi hayal etmek…
Denize varan kolları, omuz başlarından sertçe kopartılmış bir bedenin yüzünü hayal etmek…

…bir zamanlar İzmit, mavi istakozların şehriydi…
astava … astava …astava…astava …
… kargaların cesetlerinin altına süpürülmüş bi’şiy var…
Sonumuzu hazırlayan hatta çoktan sonumuzu getirmiş bi’ şiy var…
  İki elektik direği arasına iki kanadından gerilmiş martının cam gözlerinde bi’şiy var…
Ölümden de korkunç …
bi’şiy var…

kaderin, koparılmış olan elinin çizgilerinde çürüyorsa…
ne’ye… devam edebilirsin... 
…?
Bir oğlanın koparılmış eli…
bir oğlanın koparılmış ve bir akasyanın dalına asılmış eli…
ne’ye devam edebilirsin…
…?
Niye… devam edebilirsin ki …
niye… devam edesin ki …
…ama taşlar…onu duyacaktır…

Dünyadaki birçok ağaçtan daha genç devletlerin,
birbirlerine değdikleri yerlerde çıkan uçukları takip ediyor…
Bozkırın ve vadinin ve sahilin ve dağın üzerinde biten cüzzâm yaralarını takip ediyor…
Yaraya dönüşmüş şehirleri takip ediyor…
Nehirlerin ayak parmakları arasındaki şırınga izlerinin üzerine kurulmuş mahalleleri kat ediyor…
‘İrin’ine ‘medeniyet’ diyen hastaların yüzlerine bakıyor…
Devletlerin kibirlerinin öpüştüğü yerlerde gömülmüşlerin mezarlarını eşeliyor…
Kendi kendini tekrardan ibaret olanın içinde, beklenilmedik olanı arıyor…
Boşuna olanda ısrar ediyor…
Hayır…artık insanın dökülmüş kanını umursamıyor…
Hayır…artık …
Artık insana acımıyor…

İlk cinayete ait cesedin son kemiğini arıyor…
İlk cinayete ait cesedin son kemiğini arıyor…
Bir kardeşin eline bulaşmış diğer kardeşe ait kanın pıhtısını arıyor…
Cinayetin kemikleri üzerine inşa edilmiş şehirlerin;
Geometrik tümörlerin,
Mimarî  urların içinde geziniyor…
Başlamış olanı bitirmek için…
İlk cinayete ait cesedin son kemiğini arıyor…

taşlar…onu duyacaktır…

İnsan, şehrin karabasanı…
bir karabasan, ne kadar önemsenirse o kadar önemsiyor insanı…
Uğursuzluktan ve nazardan başka bir şey değil…
Tepeden tırnağa safî kêm…


Van ‘da köpeklerin kuyruklarını kesiyorlar ya …
İşte o, kuyrukları olmayan hayaletlerin gövdelerini okşuyor…
 işte oraya bırakıyor elinde acımaya dair ne varsa…
ellerini bileklerinden söküp oraya bırakıyor…
dişlerini ve dişetlerini ağzından söküp…
ağzını yüzünden…
yüzünü kafatasından…
neyi bırakabilirse hepsini…
söküp…


“hikayenizin izini bile bırakamadan gidin” …

fısıldıyor …


taşlar … onu duyacaktır…

“hiçbir iz bırakmadan… gidin”…

taşlar… onu duyuyor…

Taşların çıkardığı sesi duyuyor musun…
Hepsi geriye doğru sayıyor….
Çokça gürültücüler taşlar şimdi ellerinin arasında
Sanki çok sonra değil hemen yarın,
Sanki çok sonra değil hemen bir asır sonra…
Hemen dibimizde kulağımızı sağır edecek şekilde patlayacaklar…
Tüm tanıklıklarını zırıl zırıl ağlayacaklar…
Tüm tanıklıklarını zırıl zırıl….

Artık işte, inşa edilen her yol, bir “hiçbir” yerden başlayıp başka bir “hiçbir” yere varıyor….
O, yolları ve geri sayımları takip ediyor…
Bir geyik, bir öküz, bir tavus kuşu ‘na aynı anda benzeyen bir bulutun ipini tutuyor…
“Yanacak olan yanacak.” Diyor.
“hikayelerin, kız ve oğlan çocuklarının, kuyruksuz köpeklerin, denizini tutmaya çalışırken kollarını yitirmiş şehirlerin…hepsinin…”her şey”in cesetlerinin közünde…yanacak…”

Sonra…
Sonra…belki geri gelir…
güneşin üzerinde duran ve bizi gülümseyerek izleyen
bizi affeden o göz…
ama şimdi…
yanacak olan… yanacak…
bazı lanetler kendi kendilerini tamamlayacak…

taşlar…onu duyacaktır…
artık şehirler yaşayanlara değil, öldürülenlere aittir.
artık şehirler, kuzgunlara aittir.
yaşamın nesli tükenmiştir.
artık yaşayanlar, doğdukları andan itibaren…gurbettedirler…
ve artık kifayetsizliğimizdir kelimeler…

ifade etmeyi çalıştıkları “hiç bir şey”i barındıramayan…