28 Aralık 2014 Pazar

başlangıç

gelin oğullar  ateşin başına oturun ve sizden önce ateşin başına oturmuş olanların küllerinin hikayelerini dinleyin                                                                                                                                    
                                                           

23 Aralık 2014 Salı

nostalgia at witching hour for neil gaiman / papalegba / ayazağa




00:00
witching hour in golgotha
kuzeye hava güneye toprak batıya ateş doğuya su
dördün yanına kök gövde tohum
yedilerin içinde başka sayılar

iç içe geçen iki spiral
başlarından tuz giren dışarıya şeker çıkar, şeker giren kömür.

tanrıların ve iklimlerin hayvanlarla insanların çocukları olmasına izin verdiği zamandan kalan kemikler birbirine miyavlar havlar kişner meler kükrer ağlar dert yanar.
sarmal bedenin kökünde iç içe geçen ne varsa 
dönerek kendi içinde kaybolan
kendini her yerde terk eder.
bir tanrı bir memleketi terk eder gibi bir peygamberi terk eder
bacakları nehirler gibi büyük canlılar kasıklarından yağmur terler, 
orman tohumlar, kraterlerde uyurlar.
ağızlarından, memelerinden, apış aralarından ve nasırlarından ibaret kadınlar
önlerine çıkan her şeyi ısırır, koparır, parçalar ve kusar.
ay dilediğinde yörüngesinden çıkar, bir çöle yaklaşır, bir çöle yaslanır, onun omuzlarında uyuyakalır.
insan, daha bir fikirden ibarettir bazı başka fikirlerin aklında.
henüz nefes almak icat edilmemiştir, hava ne içe çekilmiş ne de dışarıya tükürülmüştür, 
henüz havaya ne ciğer ne de "ah" değmemiştir.
kediler henüz katılaşmamışlardır, magmanın içinde sıvı toprak olarak kuyruklarını altlarına toplamış,
mırıldanmaktan ibarettirler.
dünyanın göbeğindeki kedi gözü güneşin ışığı ile kocamandır.
ele ele tutuşmuş bazı dağlar çok uzaktaki bir güneş sisteminin müziği ile yere çökmektediler....
henüz zaman icat edilmemiştir, her şey bir andadır...
düş gören koca bir okyanus henüz uykuya yatmamış,kendi düşünün kıpırtıları içinde yok olmamıştır, ayaktadır, devasa balinalardan kanatlarıyla mars ile dünya arasında mekik dokumaktadır.

bazen biri 
bir anlığına 
elinin altında 
o anın içinde yankılanan tüm anların içinden geçen bir kedinin sırtını okşar.

...sonra geçer...

00:01
witching hour in golgotha


"tanrım....beni neden terk ettin."







18 Aralık 2014 Perşembe

kardeşler ve sevgililer

                                                                                                         
...oysa herkes habil ile kabil i kardeş sanır...                                                                                              ....meğerse onlar sevgili- lerdir...                                                                                                                 ...soyunup sarıldıklarıyla nasıl iki kaşık gibi iç içe yatarlarsa öyle yatarlar öldürdükleri ile...               iç içe.....                                                                                                                                                    başka bir evrenden gelen bir telgraf mesajını dinler gibi, onu çözümleyecek gibi, o evrenin bu evrene ne dediğini anlayacak gibi dinliyorlar birbirlerinin nabızlarını    uzun    kısa kısa       uzun uzunn  kısa   kısa     uzun tık tık tık  önce yavaş sonra hızlı sonra dinlenmiş sonra sırtını birbirine yaslanmış....birbirine benzeyen ama asla birbiriyle aynı olmayan iki nabız ....                                                            annelerinin omurgalarından miras aldıkları kalsiyumu iç içe eriyen kemiklerinde birleştirerek çürüyen iki sevgili....neydi kendimizi bir ötekinin kapısına bırakıp zili çalıp kaçmamızın sebebi...neyse öldürmedeki mantıksızlık işte öyle aynısı sevmenin içinde...birbirinde tamamlanmanın esasında tam bir yok oluş olduğunu bilerek....uzun uzun...kısa kısa    kısa sonra.....uzun....nabızların içinde duyulabilen ne varsa.... bedeninin kâsesinin içinde olanı diğerinin bedeninin kâsesinin içine dökerek....ne varsa dökülebilecek olan... dökerek...birbirinin üzerine...kendini ötekinde kirletirken bi'şiyleri beraberliğinizde ve beraberliğiniz sayesinde temize çekerek....                                                        ölerek...öldürerek ....                                                                                                                                                                                                               ...oysa herkes habil ile kabil i kardeş sanır...                                                                                              ....meğerse onlar sevgili lerdir...                                                    

                    

16 Aralık 2014 Salı

ser'


sevgili'm...sev'diğim....,
sevişirken dinlediğimiz ,şarkılardan sana bir cd yapmamı istiyorsun...
sana beni hatırlatacak sesleri bir yerde toplamamı
ve geride ne kalırsa siktir etmemi istiyorsun...
bizim yan yana oluşturduğumuz o mükemmel çaresizliğimiz dışında kalan herşeyin yalan olduğunu iddia ediyorsun.....
beni...seviyorsun...
birini seviyorsun...
madem ki bazı şarkılar içinde bazı şarkıları bekliyorsun...
demek ki ... sen birini çok ama çok...
di mi
di mi...ama..çok..
ama çok birini...
belki de beni seviyorsun....
madem ki bizim dışımızda her şey yıkılırken bir birimize sarılarak
bir birimizi koruyabiliyorsak....
belki de sen şu kısacık an beni bi' anlığına seviyosun....

demek ki biz birbirimizi severek ebeleye'biliyor ve birbirimizi birbirimizde sobe'leyebiliyorsak...
sen..şimdi...benim ve bizim hikayemizde benimle seviştiğin yerden
kendi yalnızlığına defolup giderken...

kendi kendini bişiy içine tükürme isteğine beni, birini alet ederken...

yani tüm bu manasızlıklar bir ilişki içinde anlamlanırken,
bazı ilişkiler bazı anlamlar üretirken...
aranılan anlamlar kendinde değil ama hep
bir öbüründe
bir ötekinde
bulunurken...

uyudun mu...
bekle
yanına gelebildiğim kadarıyla yanına uzanıyorum...


21 Kasım 2014 Cuma

bu tarafa doğru gelen uğursuz şey'ler 1.

"sana bu saatten sonra öğrenebileceğin ne kaldıysa,
- ama tam olarak, öyle yarım yamalak değil;
tam ve gerçek ismi ile öğrenebileceğin,
o ismi öğrenebilecek kadar
onu sevebilecek ve onu öldürebilecek kadar yakınlaşabileceğin ne kaldıysa -
işte tüm bunları sana bir gecede öğretebilirim." diyen bir yakışıklı kara kedi...

gecenin bir yarısında
herkesin kendini şehrin içine tükürülmüş bir balgam gibi hissettiği
bazı topraklarda,
yaşayanları, ölmüş olanları, iklimleri, kadîm kentleri
- ama ülkeleri değil ya da kanunları -
birbirine bağlayan duygu hatlarındaki kaymaların üzerine uzanmış,
sadece sırıtması kalana kadar gülümseyen
kara kedinin nerede bitip nerede gecenin başladığı anlaşılmıyor...
  -yalnız kendi duyduğu bir metronomun ritmi ile salınan kuyruk...

bir gece, bir kentin içinde bir yerde
kuru kalabalığın içinde
bir mitoloji ile karşılaştığını tek fark eden oğlan çocuğu
öğrenebileceği kadar sevebileceği
öldürebileceği ve öldürülebileceği kadar yakınlaşabileceği
bi'şiy arıyor...

    -herşeyin ardında duyulan, su damlasının çıplak taşın üzerine düştüğünde çıkardığı ses ile hareket        eden kuyruk...

insan, başkasında öğreniyor, başkasında öldürüyor...
yaşamın öldürebildiği kadarını öğrenebiliyor...

   "- gözlerinize bakabilmek isterdim...
     son kez...
     içinde hayatta asla göremeyeceğim tek manzarayı izleyen gözlerinizden o manzarayı izlemek      
     isterdim...
     benden uzaklaşan sırtınızın üzerinde ne kadar çok yüz gördüğümü,
     havada en son gülümsemeniz kalana kadar nasıl şeffaflaştığınızı,
     ama gülümsemelerinizin nasıl da asla gecenin içinden kaybolmadığını...
     size...bunları söylemek isterdim...
     gözlerinize bakabilmek isterdim."

bir mitoloji nedir ki,
birinin kendi içinde sürekli tekrar yaşadığı o büyük tramvanın
ezberlenmiş ve anlamını kaybederek grotesk bir form kazanmış
hayaletinden başka...

gecenin bir yarısı,
sokaktan eve süpürüebildiği herşeyle eve dönerek
sessizliğin o büyük gürültüsünü bastırmaya çalışan oğlanın
kucağında gece...
"sana bu saatten sonra öldürebileceğin
öğrenebileceğin ne varsa bu saatten sonra
ama tam anlamıyla
hepsini bir gecede verebilirim" diyen kedi, gecenin kucağında.




8 Kasım 2014 Cumartesi

parade / ateşler içinde



sabaha karşı,
kedilerin kuyruklarına tutunarak
geri dönüyor
ölü oğlanlar ve ölü misketleri
mezarlıklara...

bir savaş muhabiri gibi
biraz da gereksiziz...
kaydetmekten ibaret
şerh düşmekten
işte artık toprak
bir savaş muhabiri gibi
ölümlere şerh düşmekten ibaret...
şerh düşmekten ibaret...

"biz kuşaklar önce başladık buna...
biz..işimizi biliriz...
birini kurban etmeyi
ve sanki onu kurban etmemiş de elimizden düşürmüş gibi yapmayı,
biz onu bir buzdan kristal gibi
paramparçalamayı biliriz..."

ne anlama geldiğini bilmedikleri trafik işaretleri karşılıyor
oğlanları, hayaletleri ve kedileri...

aramızdan biri eksilmemiş gibi yapmayı,
onun boşluğunu doldurmak için
birbirimize sıkı sıkı sımsıkı sokulmayı biliriz biz...
biz havasız kalmayı ve havasız bırakmayı biliriz...

şimdiye kadar bilinen tüm uluslara ait marşları tersten çalarak yürüyorlar
bilinen herşeyi birbirinin içine geçirip bir bilinmezlik elde ederek

aynı anda üst üste binen;
dışarıdan korkunç bir karışıklık gibi gözüken
tüm o geçit törenlerinden biri olan ölü oğullar geçidi;
sabahın altısında tüm diğer geçitlerle
iç içe geçerek
kendinin dışında;
kendine benzeyen;
kendini aşan
kendinden ibaret olan
bir karışıklık gibi gözüken
"geçitler üstü"lük de kayboluyor...

ölülerin, öleceklerin, yaşama teğet geçip bir düşünce olarak kalacakların,
yanlış hatırlanacakların,...tüm her şeylerin geçit törenlerinin
o mükemmel koreografik kafa karışıklığının;
Tanrı'nın o mükemmel kafa karışıklığının
içinde
siz...
siz ... kedilerin ve kavalcıların geride bıraktığı...

müzik devam ediyor...
geçit töreni...ardında bir takım misketler ve başka geçit törenleri bırakarak devam ediyor...
iç içe
...
hep
...
iç içe...


23 Ekim 2014 Perşembe

gece... -I-



...artık biliyoruz; her şeyin bir sebebi var...
gece, dev bir okyanus gezegeninin gel - git'i gibi,
ne var ne yoksa taşabilecek olan....taşıyor...
sığmayacak olan sığmıyor kabına...
sokakları boş bırakmalı gece,

gece,neyi temizleyebilecekse temizleyecektir....

gece, bir başka olmayan okyanus-gezegeninin gel - git'i gibi süpürüyor önüne geleni...
geride kedilerden ve sebeplerini unutmuş bazı sonuçlardan başka hiçbir şey  bırakmayarak...
insanlar uzağa gider, uzaklardan geri gelir insanlar...
insanların uzakları vardır gidilecek ve geri gelinecek...
geceler, koparıldıkları uzayı özler gibi yıldız dolu...
geceler kendilerini gündüzleri gölgelere bölüştürürler...
geceler kendilerini gündüzleri kıyıya saklanmış öpüşmelere bölüştürürler...
gündüzler - her kedinin bildiği gibi - içten içe yalan söylerler...
belki de gündüzler bir grup yalandan ibarettirler...
kediler ve geyikler, gündüzleri pek sevmezler...
gündüzleri ne kediler ne de geyikler ölen okyanus-gezegenlerini göremezler...
...belki düşlerinde...
...belki gündüz düşlerinde...

"karanlık bir şey'in de bir var olma sebebi vardır..." diyorsun...
"...bir kalbi de vardır karanlık bir şey'in..."
"karanlıkta korkacak bir şey pek yoktur...karanlığın tâ kendinden başka...
ki her karanlık en çok kendinden korkar en başta...
ne varsa ölümcül hepsi aydınlıkta..."
diyorsun...
rediflerle ve kafiyelerle konuşuyorsun, bir matematikle,
rastlantısallığın içinde tekrar eden bir şaşırtıcılıkla,
her gün aynı saatte kafasını dizlerine dayayan bir kedi,
onun antenlerinden aramana cevap veren tüm olası geceler ahizenin diğer ucunda...
sen...ahizenin diğer ucunda...

kedi ve sen ve geyik,
bir okyanus-gezegenini arıyorsunuz gecenin içinde...
her şeyin bir sebebinin olmadığı,
gecenin gündüzün ve gündüzün gecenin peşinden koşmasına artık gerek kalmayan bir dünyada
....
sokakları boş bırakmalı geceyarıları...
işte orası dopdolu olacak sebep - sonuç hesaplarınızdan geride size dair ne kalmışsa mânâsız,
onlarla dolu olacak....
sokaklar...
sizde sizin sizden beklemediğiniz ne varsa onla dolu olacak...
geceyarıları...

biz;
;bir kedi, bir geyik, bir "bana benzeyen bir bilinç hali", bir "geceye benzeyen bilgisizliğim", bir de gece...;
biz;
biz, gitmiş olacağız...