5 Eylül 2014 Cuma

kaçakçıların peygamberi




…taşlar…onu duyacaktır.

Kâdim kentlerin kırılmış gururlarını takip ediyor…
Parça parça … büklümleri dağılmış …
Zorla kesilmiş bağ saçları ortalara saçılmış da ağlayan bir yeşil gözlü kız …
köşede …
Sırtı sana dönük…
En korkuncu, görmediğin yüzdeki kederi hayal etmek…
Köşeye sıkışmış bir şehrin yüzündeki kederi hayal etmek…
Denize varan kolları, omuz başlarından sertçe kopartılmış bir bedenin yüzünü hayal etmek…

…bir zamanlar İzmit, mavi istakozların şehriydi…
astava … astava …astava…astava …
… kargaların cesetlerinin altına süpürülmüş bi’şiy var…
Sonumuzu hazırlayan hatta çoktan sonumuzu getirmiş bi’ şiy var…
  İki elektik direği arasına iki kanadından gerilmiş martının cam gözlerinde bi’şiy var…
Ölümden de korkunç …
bi’şiy var…

kaderin, koparılmış olan elinin çizgilerinde çürüyorsa…
ne’ye… devam edebilirsin... 
…?
Bir oğlanın koparılmış eli…
bir oğlanın koparılmış ve bir akasyanın dalına asılmış eli…
ne’ye devam edebilirsin…
…?
Niye… devam edebilirsin ki …
niye… devam edesin ki …
…ama taşlar…onu duyacaktır…

Dünyadaki birçok ağaçtan daha genç devletlerin,
birbirlerine değdikleri yerlerde çıkan uçukları takip ediyor…
Bozkırın ve vadinin ve sahilin ve dağın üzerinde biten cüzzâm yaralarını takip ediyor…
Yaraya dönüşmüş şehirleri takip ediyor…
Nehirlerin ayak parmakları arasındaki şırınga izlerinin üzerine kurulmuş mahalleleri kat ediyor…
‘İrin’ine ‘medeniyet’ diyen hastaların yüzlerine bakıyor…
Devletlerin kibirlerinin öpüştüğü yerlerde gömülmüşlerin mezarlarını eşeliyor…
Kendi kendini tekrardan ibaret olanın içinde, beklenilmedik olanı arıyor…
Boşuna olanda ısrar ediyor…
Hayır…artık insanın dökülmüş kanını umursamıyor…
Hayır…artık …
Artık insana acımıyor…

İlk cinayete ait cesedin son kemiğini arıyor…
İlk cinayete ait cesedin son kemiğini arıyor…
Bir kardeşin eline bulaşmış diğer kardeşe ait kanın pıhtısını arıyor…
Cinayetin kemikleri üzerine inşa edilmiş şehirlerin;
Geometrik tümörlerin,
Mimarî  urların içinde geziniyor…
Başlamış olanı bitirmek için…
İlk cinayete ait cesedin son kemiğini arıyor…

taşlar…onu duyacaktır…

İnsan, şehrin karabasanı…
bir karabasan, ne kadar önemsenirse o kadar önemsiyor insanı…
Uğursuzluktan ve nazardan başka bir şey değil…
Tepeden tırnağa safî kêm…


Van ‘da köpeklerin kuyruklarını kesiyorlar ya …
İşte o, kuyrukları olmayan hayaletlerin gövdelerini okşuyor…
 işte oraya bırakıyor elinde acımaya dair ne varsa…
ellerini bileklerinden söküp oraya bırakıyor…
dişlerini ve dişetlerini ağzından söküp…
ağzını yüzünden…
yüzünü kafatasından…
neyi bırakabilirse hepsini…
söküp…


“hikayenizin izini bile bırakamadan gidin” …

fısıldıyor …


taşlar … onu duyacaktır…

“hiçbir iz bırakmadan… gidin”…

taşlar… onu duyuyor…

Taşların çıkardığı sesi duyuyor musun…
Hepsi geriye doğru sayıyor….
Çokça gürültücüler taşlar şimdi ellerinin arasında
Sanki çok sonra değil hemen yarın,
Sanki çok sonra değil hemen bir asır sonra…
Hemen dibimizde kulağımızı sağır edecek şekilde patlayacaklar…
Tüm tanıklıklarını zırıl zırıl ağlayacaklar…
Tüm tanıklıklarını zırıl zırıl….

Artık işte, inşa edilen her yol, bir “hiçbir” yerden başlayıp başka bir “hiçbir” yere varıyor….
O, yolları ve geri sayımları takip ediyor…
Bir geyik, bir öküz, bir tavus kuşu ‘na aynı anda benzeyen bir bulutun ipini tutuyor…
“Yanacak olan yanacak.” Diyor.
“hikayelerin, kız ve oğlan çocuklarının, kuyruksuz köpeklerin, denizini tutmaya çalışırken kollarını yitirmiş şehirlerin…hepsinin…”her şey”in cesetlerinin közünde…yanacak…”

Sonra…
Sonra…belki geri gelir…
güneşin üzerinde duran ve bizi gülümseyerek izleyen
bizi affeden o göz…
ama şimdi…
yanacak olan… yanacak…
bazı lanetler kendi kendilerini tamamlayacak…

taşlar…onu duyacaktır…
artık şehirler yaşayanlara değil, öldürülenlere aittir.
artık şehirler, kuzgunlara aittir.
yaşamın nesli tükenmiştir.
artık yaşayanlar, doğdukları andan itibaren…gurbettedirler…
ve artık kifayetsizliğimizdir kelimeler…

ifade etmeyi çalıştıkları “hiç bir şey”i barındıramayan…

Hiç yorum yok: